Posts tagged iletişim

ŞİDDETSİZ İLETİŞİM

Geçen ay,  kitap alışverişimde Şiddetsiz İletişim adlı bir kitap gördüm ve kitap ile ilgili ön bilgi edinmeden (normalde edinirim) sepetime ekledim. Sanırım son zamanlarda gelişigüzel yaptığım en iyi eylemdi. İyi ki eklemişim hem kendi hayatıma hem de iş hayatımda bana çok faydası oldu ve olmakta. Yaptığım veli görüşmelerinde ebeveynlerin çocuklarına karşı iletişim hatalarını gördükçe bu kitabı tanıtma arzusu daha da baskın oldu ve bu kitapla ilgili bir yazı yazma kararı aldım.

Şiddetsiz iletişim veya şefkatli iletişim insanı gönülden vermeye yönelten bir iletişim türüdür. Bu iletişim ile sözlerimiz otomatik tepkilerden çıkıp bilinçli ifadelere dönüşür. 1960’lı yıllarda Marshall Rosenberg başkalarını yargılamadan, suçlamadan kendimizi nasıl ifade ederiz ve karşımızdakinin duygu ve ihtiyaçlarını nasıl anlayabiliriz? Sorusu ile yola çıkarak hayatımızın her alanında kullanabileceğimiz yeni bir yaşam dili oluşturmuştur. Marshall Rosenberg empati ile herkesin ihtiyacını göz önünde bulundurarak çözüm odaklı bir iletişim türü ortaya koyar. Şimdi bu iletişim türüne daha yakından bakalım.

Şiddetsiz iletişimin 4 ögesi vardır. Gözlem, duygu, ihtiyaç, istek/rica…

Gözlem : Ahlakçı yargılardan uzak durarak durumu gözlemleyebilmek. Ne oldu?

Duygu: Durum ile ilgili kendi duygularını anlayabilmek. Hissettiğim duygu ne?

İhtiyaç: Değerlerimizi ifade ederek ihtiyaçlarımızı söyleyebilmek. Neye ihtiyacım var?

Rica: Olumlu ve net bir dille iletişimde bulunduğun kişiden ricada bulunmak. Karşımdakinden ne rica ediyorum?

Amaç kendimizi bu 4 öge ile ifade etmek ve karşımızdaki kişiyi bu 4 öge ile anlamaya çalışmak. Örneğin;

“A OLDUĞUNDA B HİSSEDİYORUM. ÇÜNKÜ C YE İHTİYACIM VAR. BU NEDENLE SENDEN D’Yİ RİCA EDİYORUM.” 

VE

“A OLDUĞUNDA KARŞIMDAKİ B HİSSEDİYOR. ÇÜNKÜ C YE İHTİYACI VAR. BU NEDENLE BENDEN D’Yİ RİCA ETTİ.”

Şimdi olumsuz bir iletişim kurulduğunda bu mekanizmanın nasıl işlediğine bakalım. Birisi size olumsuz bir mesaj verdiğinde onu nasıl algılayacağımıza dair karşımıza 4 seçenek çıkar. Bunlardan ilki kendimizi suçlamak ikincisi karşımızdakini suçlamaktır. İlk iki seçeneğe çok aşinayızdır ve bunlar ağzımızdan otomatik tepkiler olarak çıkmaktadır. Örneğin “Ders çalışmıyorsun. Çok tembelsin” diyen bir ebeveyne karşı çocuk daha fazla ders çalışmalıyım anne ve babamı yeterince memnun edemiyorum düşüncesine kapılarak kendini suçlar ya da ben yeterince ders çalışıyorum sen görmüyorsun diyerek ailesine suçu atar. Birinci seçenekte duygusal kölelik vardır. Kendimizi başkalarının duygularından sorumlu hissederiz ve bu durum en yakınımızdakileri bir yük olarak görmemize sebep olur. İkinci seçenekte başkalarını suçlama durumu başkaldırı dönemi olarak adlandırılır. Bu aşamada öfkeleniriz ve kimsenin duygularının sorumluluğunu üstlenmek istemeyiz. Bu durumda da empatik ilişki kurmakta zorluk çekeriz.

Şiddetsiz iletişim için üçüncü ve dördüncü seçeneğe bakmamız gerekmektedir. Olumsuz bir mesaj aldığımızda üçüncü seçeneğimiz kendi duygu ve ihtiyaçlarımızı anlamaktır. Örneğin bu durumda cevabımız söyle olabilir. Bana çalışmıyorsun dediğin zaman inciniyorum çabamı görmene ihtiyacım var. Bazı derslerde zorlanıyorum. Belki bunun için bir şeyler yapmalıyız.  Dördüncü seçenek ise başkalarının duygu ve ihtiyaçlarını anlamaktır. Ebeveyn çabanı dikkate almadığım için mi kırıldın diyerek çocuğuyla empati kurabilir.  Üçüncü ve dördüncü seçenek ile bakıldığında duygusal özgürlük aşamasına geçeriz. Duygusal özgürlük ihtiyaçlarımızı net bir şekilde ortaya koymayı ve başkalarının da ihtiyaçlarını aynı derecede önemsediğimizi ifade eder. Şefkatli iletişim ile kendi duygu ve ihtiyaçlarımızı anlarız ve karşımızdakinin duygu ihtiyaçlarını sezeriz. Böylelikle gönülden gönüle bir bağ kurulur.

Kitapta geçen şu cümle kitabın tüm argümanını ortaya koyar. Başkaları hakkındaki yargılarımız karşılanmamış ihtiyaçlarımızın hayata yabancılaşmış ifadeleridir. Yine bir örnekle bu cümleyi açıklayalım. Örneğin, “dün akşam gelmemekle beni hayal kırıklığına uğrattın” diyen birisi duygularının sorumluluğunu karşısındakine yükler ve suçlayıcı bir ifade kullanır. Karşısındaki kişi büyük ihtimalle savunucu cümleler kullanmakta gecikmeyecektir ve karşısındaki kişinin ihtiyacını anlamayacaktır. Peki, kişinin kendini şu şekilde ifade ettiğinde ne olduğuna bakalım. “Dün akşam gelmeyince hayal kırklığına uğradım. Seninle bir konu hakkında konuşmak istiyordum.” Öncelikli kişi kendi duygusunun sorumluluğunu üstüne aldı ve ihtiyaç duyduğu şeyi belirterek kendini daha iyi ifade etti. Bu durumda karşısındaki kişi ona karşı savunmaya geçmeden empatik bir bağ kurabilecektir. Duygularımızın ardında karşılanmamış ihtiyaçlar vardır. Etrafımızdaki kişilere baktığımız zaman duygularımızın ardındaki ihtiyaçlarımızı görebilmek bize farklı bir bakış açısı verir.  Artık öfkeli birini gördüğümüzde ardındaki karşılanmamış ihtiyaca yoğunlaşabiliriz ve onu daha iyi anlayabiliriz.

Kitap bu dört ögeyi nasıl ustaca kullanabileceğimizle ilgili örneklerle dolu. Hepimiz insanız ve ihtiyaçlarımız evrensel. Her birimizin neye ihtiyacı var ve bunla bağlı olarak isteklerimiz ne? Sanırım birbirimizi daha iyi anlayabilmek için tüm insanların ihtiyaç okuryazarlığını öğrenmesi gerekmekte. Son olarak duyguların ardındaki ihtiyaçlara yoğunlaşarak birbirimizi yargılamadan, suçlamadan daha iyi anlayabileceğimiz ve iletişim kurabileceğimiz günlere diyelim.

Hoşça kalın.