Posts tagged ÇEVRE

GELECEK PROBLEMİ OLARAK ÇEVRE VE ETİK YAKLAŞIMLAR

Günümüzde küresel boyutta birçok çevre sorunları ile karşı karşıyayız. Çevre sorunları bütün canlıları ve yeryüzünü tehdit eder hale gelmiştir. Bu sorunların kaynağını tek başına sanayileşme ve teknolojik gelişmelere yüklemek doğru olmayacaktır. Çevre sorunlarının temel kaynağını anlayabilmek için insanın doğa karşısındaki tutumunu inceleyen çevre etiğine bakmak gerekir.

Çevre etiği “İnsan ve çevre arasındaki ilişki nedir?”sorusunu temele alır. Bu soruya verilen farklı cevaplar neticesinde birçok çevre etiği yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Bunlar insan merkezli etik, canlı merkezli etik, çevre merkezli etik öğretileridir. Bu öğretiler canlı-cansız varlıklara atfettikleri değer ile birbirlerinde ayrılmaktadır.

1.İnsan Merkezli (Antroposentrik) Etik

İnsan merkezli etik yunanca insan anlamına gelen anthropos kelimesinden türemiş olup kökeni eski Yunan’a kadar dayanmaktadır. İnsan merkezli yaklaşıma göre insan dışındaki canlılar ( bitkiler, hayvanlar, cansız varlıklar) kendi içinde bir değere sahip değildir. İnsan dışındaki var olanlar sadece insana hizmet ettikleri sürece var olma hakkına ve bir değere sahiptir. Doğa insanı çevreleyen bir eşya olup  insana bir fayda verdiği ölçüde önemlidir. İnsanın menfaati ön plandadır. Her ne pahasına olursa olsun insan mutluluğunun arttırılması temel amaçtır.

İnsan merkezli etiğin dayandığı ilkeleri incelediğimizde insanın akıllı bir varlık olmasının temele alındığını görmekteyiz.  İnsan diğer var olan her şeyden farklı bir canlıdır. Akıllı bir varlık olan insan hedeflerini belirleyip mücadele etme özelliğine sahiptir. Kendisine koyduğu hedeflere ancak doğadaki sınırsız kaynakların yardımı ile ulaşabilir. İnsanlık tarihi gelişmenin tarihidir ve bu nedenle insan ortaya çıkan her soruna bir çözüm bulacaktır. Bu ilkeler doğrultusunda insan merkezli etik merkezine akıl sahibi olan insanı almıştır.

Frankena göre yabani hayvanlar, bitkiler, hava, su, toprak insanları ilgilendirmedikleri sürece etik bir statüye sahip değildir. Bilinçli olmayan bir varlığa yarar ya da zarar verilemez. Ona göre taşa herhangi bir etkide bulunabilmek mümkün değildir. Bu düşünceyi savunmasına rağmen doğada var olan işleyişine müdahale etmeden korumamız gerektiğini savunmaktadır.

Bu etik anlayış birçok kaynaktan beslenmektedir. Bu kaynaklar; insanın üstün bir varlık olduğuna ilişkin ayetlerin olduğu İncil ve diğer kutsal kitaplar, insanın doğaya karşı bulunduğu konumu değiştiren doğa bilimleri anlayışı, insanı diğer canlılardan daha üstün gören irrasyonel mistik güçler ve hümanizm olarak sıralayabiliriz.

İlkçağda insanı merkeze alan görüşler olsa da bu anlayış çevre üzerinde problemler doğurmamıştır. 17. yüzyılda bilimsel ilerlemelerin sonucu oluşan yeni doğa kavrayışı (özellikle Bacon’ın bilmek egemen olmaktır ve Descartes’in mekanik dünya görüşü) insanın merkeze alındığı ve ölçünün insan olduğu bir anlayış egemen kılmıştır. Bacon, Descartes ve Newton gibi bilim insanları doğayı tüketebilecek bir ürün olarak ortaya koymuş ve doğayı insanın emrine sunmuştur. Modern insanın doğa ile ilgili bu kabulü çevre sorunlarının temelini oluşturmuştur. İnsan merkezli etik yaklaşım hızlı sosyal ve ekonomik gelişim nedeni ile bir takım çevre problemlerine neden olmaktadır. İnsanı merkeze alan bu yaklaşım doğaya zarar vermeye başlamıştır. Bu anlayışla doğaya sorumsuzca tüketen insan çevre sorunları karşısında doğaya karşı bakışını değiştirerek farklı yaklaşımlar ortaya çıkarmıştır.

2.Canlı Merkezli (Biosentrik) Etik

Yunanca yaşam anlamına gelen bios sözcüğünden türemiştir. Canlı merkezli etik anlayışına göre tüm canlılar kendi içinde özsel bir değere, öneme ve haklara sahiptir. İnsan merkezli etik anlayışına tepki olarak doğan canlı merkezli etik ile insan doğa karşısında daha üst bir değer olarak görülmemektedir. Bütün canlıların bir değeri olduğu anlayışı hakimdir. Bu nedenden dolayı da tüm canlılar saygıyı hak etmektedir.

Canlı merkezli etik yaklaşımının temel noktası yaşamdır. Yaşama konusunda atılan her çaba bir irade olarak kabul edilmiştir. Bu yaklaşımın önde savunucularından Albert Schweitze “Ben yaşamak isteyen bir yaşamım, yaşamak isteyen yaşamın merkeziyim” diyerek bu yaklaşımın temel felsefesini ortaya koymuştur. Canlı merkezli görüşün bir diğer savunucusu Paul Taylor’a göre bütün canlıların içsel bir değeri vardır. Bütün canlılar kendi içinde bir iyilik oluşturmaktadır. Aynı görüşü savunan Leopold’a göre ise topluluk bütün canlı varlıkları içine alan bir yaşamdır.

Canlı merkezli görüşler canlılar karşısında herhangi bir hiyerarşi yapılmamasını savunanlar ve canlılar karşısında bir hiyerarşinin olması gerektiğini savunanlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bütün türlerin eşit olduğunu kabul eden eşitlikçi görüş insanın sahip olduğu konumu görmezden gelmek ile eleştirilmektedir. Aynı zamanda insanın ahlaki bir varlık olduğu göz ardı edilmiştir. Canlılar arasında bir hiyerarşinin olması gerektiğini savunanlar tüm yaşayanların değerli olduğunu kabul etmekle birlikte canlılar arasında bir değer basamağı olmasında taraftardırlar. Bütün canlıların kendine has bir değeri var mıdır? İnsan ve diğer canlılar arasında ortaya çıkabilecek çıkar çatışmalarında nasıl bir yol izlenecektir? İnsan ayrıcalıklı konumunu sürdürebilecek midir? Bu gibi sorular ile canlı merkezli etik anlayışı eleştirilmektedir.

3.Bütüncül Çevre Etiği (Holistik Çevre Etiği)

Holistik çevre etiği her şeyi içine alan kapsayan anlamına gelen Yunanca “holon” kelimesinden türetilmiştir. Canlı etik sadece canlıları içine alırken bütüncül çevre etiği bu alanı genişleterek cansız varlıkları da içine almaktadır. Bu yaklaşıma göre dünyadaki varlıkların hak sahibi olması onların var olmasına bağlıdır. İnsan merkezli yaklaşımda insan merkezde iken holistik yaklaşımda insan doğanın bir parçasıdır. Holistik yaklaşıma göre doğa bir bütündür. Bu etik anlayışta kapsayıcılık esastır. Bir ormandaki ağaç canlı ve cansız varlıklarla sürekli bir etkileşim halindedir. Ağaçlar, hayvanlarla, hava, su, güneş, toprak, küçük mikro organizmalar olmak üzere pek çok unsurla bağlantı halindedir. Canlı ekosistemi oluşturan parçalar bir bütün halindedir, birbirinden ayrılamaz. Dünya üzerindeki varlıklar bu bütünlük içerisinde değerlendirilmelidir. Bütüncül çevre etiğin önde gelen isimlerinden Ston doğal varlıkların hakkını savunan ilk kişidir. İnsan dışında kalan varlıklar adına hukuken taraf olunabileceğini savunmuştur.

Çevre merkezli etikte insanların çevreyi koruma ve onu gelecekteki kuşaklara temiz bir şekilde bırakma amacı vardır. İnsanların gelecek nesillere karşı bir sorumluluğu bulunmaktadır. Bu anlamda insan çevreyi koruma görevinde olan emanetçi rolünü üstlenmektedir.

Bütüncül etik yaklaşımlar kendi içerisinde birbirine benzeyen benzemeyen çeşitli düşünceleri barındırmaktadır. Leopold’ın yeryüzü etiği, derin ekoloji, toplumsal ekoloji, biyobölgecilik, ekofeminizm gibi çeşitlere ayrılmıştır. Bütüncül etiğin önde gelen temsilcileri Ston, Leopold, James Levelock, Meyer Abich, Arne Naess’tir.

Canlı merkezli etik anlayışı da içine alan bütüncül çevre etiği, insan ve diğer canlı-cansız varlıkların değer ve önem bakımından eşitlenmesinin zorluğu bakımından eleştirilmektedir. “İnsan ve diğer varlıklar arasında ortaya çıkabilecek çıkar çatışmalarında nasıl bir yol izlenecektir?” sorusu karşımıza çıkmaktadır.

Değerlendirme

Gelecek sorunu olarak çevre problemlerinin giderilebilmesi için zihinsel bir dönüşüm yaşanması gerekmektedir. İnsanın çıkarını ve refahını merkeze alan insan merkezli yaklaşım doğayı tahakküm altına alarak doğanın değerini yok saymıştır. Çevre merkezli yaklaşım ise insan merkezli yaklaşıma tepki olarak çıkarak, insanı doğa karşısında bir düşman olarak görmüştür. Bu yüzden bu iki etik yaklaşımda çevre sorunlarını ortadan kaldırmada problemli görülmektedir. Bundan dolayı problemli etik yaklaşımlarına karşı filozoflar yeni etik öğretiler geliştirmelidir. Bu bağlamda uygulamalı etiğin bir alt dalı olan çevre etiği alanında çalışmalar yapılmalıdır.

Çevrede denge hâkimdir. Bu dengeyi bozabilecek yegâne varlık insan ve insanın üretimleridir. İnsanın yaptığı her eylem bumerang usulü gibi insana ve çevreye geri döner. İnsan çevrede olan bir takım sorunlara karşı sorumluluksahibi olmalıdır. Ancak insanların doğayla etkileşimleri ekolojik dengeyi bozabilecek dereceye geliyor ise insan çevreye olan davranışlarını gözden geçirmelidir. Bu yüzden canlılara yardım ediyormuş gibi gözükse de doğanın dengesini bozabilecek davranışlar yine insanın sorumluluğundadır. Bunun için çevreye karşı saygı ve sorumluluk bilinci doğru bir şekilde kazandırılmalıdır.

Sürdürülebilir yaşam ve tüketim için doğal kaynaklara aşırı yüklenmeden ve çevreyi tahrip etmeden gelecek nesillerin yaşanabilir dünya bırakabilmek için ekolojik yurttaşlık kavramını insanlara kazandırmamız gerekmektedir. İnsan hem çevreyi tahrip eden hem düzeltebilir bir konumdadır. İnsanlara yeryüzünün kiracıları olduğumuz bilincini aşılayarak dünyayı tahrip etmeden gelecek nesillere bırakmalarını sağlamalıyız.