Posts tagged anlam

İYİLİK HALİ OLARAK MUTLULUK

Tartışmasız her insan mutlu olmak ister. Günümüzde mutluluk olarak ifade ettiğimiz şey farklı anlamlara gelmektedir.  Bu yazıda mutluluktan kastedilen şey içsel anlamda zengin, dolu ve anlamlı bir hayat sürmekolacak. Antik yunan filozofları insanın amacının mutluluk olduğunu söylemişlerdir. Onların da mutluluk olarak bahsettiği şey aslında süreklilik arz eden iyilik halidir. Daha yakından iyilik hali olarak mutluluğun ne olduğuna bakalım.

Günümüzde yeni medya ile mutluluk her taraftan göze sokulmaktadır. Bundan dolayı insanlar bazı gerçekleri göz ardı ederek, dünyanın gerçeklerine uygun olamayacak bir şekilde mutluluğa ulaşmayı arzu ederler. Gerçeklerden uzaklaşarak şu mitleri kendine ilke edinilir.

  • Mit: Mutluluk insanların doğal halidir.
  • Mit: Eğer mutlu değilsen sen de bir kusur olmalı.
  • Mit: Daha iyi bir yaşam için olumsuz duygulardan kurtulmalıyız.
  • Mit: Ne düşündüğünü ve ne hissettiğini kontrol edebilmelisin.

Bu mitlere sahip olan biri mutlu olmak için gösterdiği tüm çabalara rağmen mutluluğa asla ulaşamayacaktır. Mutluluğa ulaşmak için düşünce, duygu, değer, eylem kavramlarını bilmemiz gerekmektedir.

Düşünce

Düşünceler soyut şeylerdir. Onların bir gerçekliği yoktur. Onlar sadece birer hikayedir. Zihnimiz bazen çok iyi olduğumuzu, bazen berbat olduğumuz, kimi zaman ürkek kimi zaman cesur olduğumuzu düşünebilir. İyi düşünmede herhangi bir sorun yok fakat zihnimizden kötü düşünceler geçmesini istemeyiz. Fakat şu açık bir gerçektir ki zihnimizden olumsuz bir düşünce geçmemesini kontrol edemeyiz. Onlar biz her ne kadar istemesek de zihnimizde dolaşır ve bizi rahatsız etmeye devam eder. Bunun için şunun farkına varmak gerekir. İki tür benlik vardır. Düşünen benlik ve gözlemleyen benlik. Düşünen benlik zihnindir. Onun görevi düşünmektir.  Yargılar, eleştirir, acımasızdır. Olaylara içerden bakar. Gözlemleyen benlik ise zihnin ne düşündüğünü nasıl düşündüğü bilen farkındalığın üst düzeyde olduğu benliktir. Gözlemleyen benlik yargılamaz, eleştirmez, olaylara dışardan bakarak tarafsız yaklaşır. Farkındalık verir. Örneğin düşünen benlik  “başıma bir felaket gelecek” olarak düşünür. Gözlemleyen benlik ise “zihnimden başıma bir felaket geleceği düşüncesi geçiyor.” Diyerek kötü duygularla cebelleşmeden onları ciddiye almadan gönderir ve böylelikle kişi enerjisini bunlara harcamaz. Düşünen benlik ve gözlemleyen benlik ayrışmasını yapan kişi tüm düşünceleriyle barışır onları kabul eder kendi haline bırakır. Kötü düşünceleri kabul etmek bir yenilgi değildir. Kötü düşüncelerle hoşlanmasanız dahi barışmamız gerekir. Eğer kabul etmezsek olumsuz düşünceleri zihin takıntı haline getirerek sizi rahat bırakmayacaktır. Gözlemleyen Benlik şimdi ve burada olduğunuz halinizle, kendinizi açmak ve hayatınızın halihazırdaki durumuyla cebelleşmeyi bırakarak kendinize öz şefkat duygusu geliştirmeye yardımcı olur.

Düşünen benlik ve gözlemleyen benlik ayrımını gözetirsek Descartes’in meşhur “Düşünüyorum öyleyse varım”sözünü bu duruma uyarlayarak “Nasıl düşündüğümün  farkındayım öyleyse varım” diyebiliriz.

Duygular

Temelde korku, öfke, şok, iğrenme, üzüntü, suçluluk, sevgi, sevinç, merak olmak üzere dokuz duygu vardır. Bu duygulardan ilk altısı olumsuz olarak kabul edilir. Halbuki tüm duygular insan için olup olumlu veya olumsuz olarak ayrılmamalıdır. Bu şekilde ayrıldığı için kişi olumsuz duyguları bastırır olumlu duyguları daha fazla ön plana çıkarır. Olumsuz duygular içine attığımız mağaradan çıkmak isterler. Nasıl ki olumlu duygulara yer açıyorsak kendimizi eleştirmeden, yargılamadan can sıkıcı duygulara da yer açmamız gerekir. Tüm duygular kişinin gelişmesi kendini tanıması için var olan alarm sistemleridir. Bunları doğru biçimde okumak gerekir.

Günümüz pozitif psikoloji olarak adlandırılan öğretiler sürekli, olumlu duyguları ön plana çıkarmaktadır. Bunu yaparken hissettiğimiz olumsuz duyguları yok sayarsak daha fazla kötü hissedebiliriz. Olumsuz duygular bastırılıp itilirse o kadar çok ortaya çıkmak ister. Bu yüzden onları kabul etmeli ve yaşamalıyız.

Değerler Doğrultusunda Harekete Geçmek (Eylem)

Değerler içsel anlamda dolu bir yaşamın nasıl olması gerektiği konusunda bize yol gösteren ilkeler olarak karşımıza çıkar. Hayatımızı değerler doğrultusunda sürdürdüğümüzde kişiye canlılık ve neşe gelir. Değerler hayatı anlamlı yaşamamızı sağlar.

Bu noktada hedef ve değer birbirine karışabilir. Her hedefin altında bir değer yatar. Bu hedefe ulaşmak benim için gerçekten anlamlı olan neyi yapmama imkan verecek? sorusu sorulmalıdır. Örneğin hedef çok para kazanmak olmak olsun. Çok para kazanma hedefinin değeri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Kimine göre amaç çok para kazanarak insanların saygısını kazanmaktır. Kimine göre ise çok para kazanarak yeni beceriler elde etmektir. Yani çok para kazanma hedefi olan birinin paraya değer verdiğini söylemek yanlıştır. Hedefinin altında yatan değere bakılması gerekmektedir. Kişi değerlerini bilir buna uygun hedef koyarak harekete geçerse anlam dolu bir hayat onu bekler.

Sonuç olarak yukarıda bahsedilen mitler insanın realitesine uygun değildir. Her zaman doğru düşünce ve duygulara sahip olamayız. Bize fayda verecek veya vermeyecek düşünce ve duygulara kapılabiliriz. Bu durum şüphesiz çok normaldir. Bu olumsuz düşünce ve duygulara bastırılıp görmezden gelinir yok gibi davranılırsa kişi büyük bir enerji sarf eder. Ne düşündüğümüzü ne hissettiğimizi her zaman kontrol etmeye çalışmak kişiyi yorar. O olumsuz duygu ve düşünceleri kabul etmek zihni kendi haline bırakarak onlarla savaşmadan ne düşündüğünü ne hissettiğini neden böyle olduğunu gözlemleyerek kendini tanımana fırsat verir. Gözlemleyen benlik sayesinde, yeni medya ile aşılanan günümüz mutluluk mitlerine aldırmadan, ne düşündüğümüzün ne hissettiğimizin farkına vararak kendi değerlerimiz ölçütünde harekete geçip  içsel anlamda zengin, dolu ve mutlu hayatlar sürdürebiliriz.

Hoşça kalın.

KÜLTÜR ROBOTU

Tüm renkler içerisinde sen hangisisin? Tabloda tek başına ana bir renk olabilir misin? Yoksa karışman mı gerekir diğer renklerle? Bulunduğun yere ait mi olmak istersin yoksa birey olarak var kalmak mı? Ya da başka bir alternatifin var mı?

İnsanlar doğası gereği içlerinde hem ait olma hem birey olma gereksinimlerini barındırır. Batı toplumlarında birey olmanın katsayısı fazla iken yaşadığımız coğrafyada ait olmanın katsayısı daha fazladır. Her iki uç noktanın hayata bakış tarzımıza, olayları değerlendirmemize, insan ilişkilerine getirmiş olduğu bazı handikaplar mevcuttur. Açık olan bir şey var ki o da ait olma ve birey olma arasında bir denge kurulmasının gerekliliğidir. Ait olma ve birey olma dengesinin kurulamaması günümüzde çoğu problemin altında yatan temel sebep olarak bulunur. Bu yazıda içinde bulunduğumuz coğrafyanın toplumsal kodlarında bulunan aitlik duygusunun ortaya çıkardığı problemler (kültür robotu) üzerinde duracağım.

İçinde yaşamış olduğumuz zamana ve mekana ait kültürel tanımlama sistemleri mevcuttur. Belli bir kültürün içine doğan kişi o kültürel kodlarla bezenerek ölene kadar kodların belirlediği çerçevede yaşamına devam eder. İçinde bulunduğumuz zamandan, mekandan ve kültürden kaçmak olanaksızdır. Bu yüzden her insan kültürel kodlarını yanında taşır. Sorun kültürel kodlarımızın tüm benliğimizi ele geçirdiğinde yani aitlik duygumuz daha ağır bastığında ve bunun farkında olmamamız ile başlar.

Doğan Cüceloğlu kitabında tüm hayatını kültürel kodlarla yaşayan kişileri kültür robotu olarak adlandırmıştır. Kültür robotu olan kişiler belli kültürel kodlarla yaşadığının farkında olamazlar. Toplumun belirlediği kalıplar, formüller çerçevesinde kişi hayatında alınması gereken bir kararda otomatik olarak seçim yapar ve eylemde bulunur. Bu toplumlarda yaşamın anlamı kişiye hazır olarak sunulur. Kişi anlamlı bir hayat kurmak üzerine düşünmez. Bundan dolayıdır ki kültür robotu olan kişinin özü yoktur. Kişi kendi özü ile bağlantısını kopardığı, kendi var oluşlarını yaşayamadıkları, kendi ihtiyaçlarını görmezden geldiği için giderek yalnızlaşır.

“Kültür robotu aileler kültür robotu bireyler yönetir ve onlarda yeniden kültür robotu aileler kurar. Toplum ailesiyle okullarıyla komşuluk ve iş ilişkileriyle kültür robotu üreten büyük bir imalathane gibi görür bu bir açık hava hapishanesi gibi olur.”

Ait olmanın ağır bastığı kültür robotu toplumlarında ;

  • Kişinin kendi düşünceleri önemsenmez, teşvik edilmez. Yerilir ve aşağılanır.
  • Kişinin toplumda var olan düşünce ve değerlerin düşünmeden aynısını yaşaması ve o topluma ait olması beklenir.
  • Sorgulamadan var olan sisteme “itaat” edilmesi istenilir.

BU DURUM AİLEDE, EĞİTİMDE, SİYASETTE KISACASI TÜM KURUMLARDA KENDİNİ GÖSTERİR.  “TOPLUM KOCAMAN BİR HAPİSHANEDİR. BU HAPİSHANEDEKİ HER BİR MAHPUS BİR DİĞERİNİN GARDİYANIDIR. KENDİ SEÇİMLERİYLE VAR OLAN KİŞİ DİĞER MAHPUS OLAN GARDİYANLAR TARAFINDAN SÜREKLİ YARGILANIR.”

Kültür robotu kavramının karşısında Şahsiyet olmak vardır. Kültür robotunun farkında olan insan kendi özünü keşfetme yolculuğuna çıkarak şahsiyet olma imkanına ulaşabilir. Şahsiyet olmak kişinin kendi iç hesaplaşması ile başlar. İnsanın toplumsal kodlardan sıyrılarak keşfetmesi gereken öz benliği vardır. Bu dünya içerisine dalan insan yaşam içerisinde kendi deneyimleriyle anlam çerçevesini oluşturur. O artık kültür robotu değildir. Tüm benliği ile şahsiyet olmuş özgür bir insandır. Kişi kendi yaşamının anlamını oluşturarak özgürce seçim yapar ve eylemde bulunur. Şahsiyet olan insan kendi otantik var oluşunu kurarak gerçek özgürlüğe kavuşur.